İlkbaharda saklı

Uzun ve soğuk bir kışın ardından hem umut hem sevda fışkırıyor topraklardan. Bu umut öyle hayali bir umut değil. Bu umut insani bir umut değil. Tabiatın umudu bu. Yaşama umudu.

Çiçekleri, kelebekleri, yeşili, mavisi ile büsbütün bir sevda masalı bu. Rüzgar esince öpüşen, fırtınada sevişen iki aşığın sevda masalı bu.

Herkesin gözü önünde duran, ama hiç kimse tarafından görülmeyen bu sırrın çiçeklerinde saklıdır belki de aşk. Belki aşıklar bu yüzden çiçek verir birbirine.

Gözler gözlere değer de eller ellere kavuşmazsa adı aşk olur. İşte bu yüzden hep destanlarda, şiirlerde hayat bulur. Eğer eller ellere kavuşursa bozulur mu bu sihir? Küçük sıcak bir pencere eşiğindeki o ellerde yavaş yavaş artar hayatın çizgileri. Ta ki aşk sır olana kadar.

Güzeller şahının dergahında bir şarap testisinde, belki güneşten bir kadehte, belki de küçük bir yağmur damlasında bu iksir. Kim bilir?

Bahar yılın en güzel yerinde başlar. İçinde gökyüzü dolusu umut ve sevgi var. Oysa ne garip insanoğlu. Anlamak bir yana bakmaya başlamadı bile. Görmesi imkansız.

Yaşamak için para kazananların, para kazanmak için yaşayanlar tarafından öldürüldüğü bir dünya bu. Her şey güç, lüks ve şatafat için. Sanki o lüks evlerde uyuyunca daha mutlu uyanıyor, beygiri yüksek arabalara binince hep mutlu iniyoruz. Hayır! Öyle değil. Para hayatta kalmak için gerekli bir materyal. Üstelik gerçekliği tartışılabilecek bir materyal.

Neyi unuttuk peki? Sevmeyi, emek vermeyi, heyecan duymayı, koşmayı, yalınayak koşmayı unuttuk. Çocuklar var içimizde bir yerde. Onlar sevmeye, görmeye devam ediyor. Peki bir ne yapıyoruz? Gözlerini bağlıyoruz o çocukların. Görmesinler, bilmesinler istiyoruz. Çünkü hepimiz görüyoruz. O acı gerçeği aslında hepimiz biliyoruz. Gözlerimizi kapatmamız nafile.

Binlerce yıldır yaşayıp ölen insanlar hep demedi mi; Hayat kısa. Zaman su gibi akıp geçiyor. Yaşam ellerimizden akıp gidiyor. Ama bizim bizden öncekilerden bir farkımız var. Biz kendi yaşantımızla dünyadaki yaşamı da alıp götürüyoruz. Hem de en acımasız şekilde.

Hadi demek lazım. Yüreğini de yanına alıp çıkmak lazım. O sahte beton kafeslerden, o kokuşmuş, iğrenç kölelikten çıkıp bu gezegende yaşayan diğer canlılar gibi olmak lazım. Dünyaya en yabancı canlıdır insan. Ona ayak basmandan yaşayan tek canlı biziz. En son ne zaman gerçekten ayaklarınız bastı bu gezegene? Ona en son ne zaman dokundunuz?

Erdem Zengin
Mayıs 2022

E-bültene Abone Ol Merak etmeyin. Spam yapmayacağız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başka Yazı Yok